Cuma, Nisan 23, 2010

YGS ve LYS (ÖSS) ne zaman kalkacak?

Eski adı ÖSS olan Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı’na (YGS) pazar günü 1.6 milyona yakın aday katıldı. Bu sınavdan asgari sonucu alan gençler haziran sonu tekrar Lisans Yerleştirme Sınavı’nda (LYS) hayal ettikleri okul ve bölümlere girmek için yarışacak!

Merkezi sınavlar başladığından bu yana acaba net soru çözme oranında artış mı var, yoksa düşüş mü? Öğrencilerin bölümler için yeterliliğini ölçmeye çalıştığımız sorular bize gerçek anlamda neyi gösteriyor? Geçtiğimiz yıllarda ÖSYM bazı sınavlarda ayarlama yapmasaydı üniversitelerde çok daha fazla boş kontenjan kalacağı fısıltısı ayyuka çıkmıştı.

Sorun sınavda değil, sistemde... Çocuklar artık konuşmaya başladıkları anda anne-baba yerine neredeyse sınav diyecek. Kendi çocuğunuz yoksa, yeğeninize, kuzeninize, arkadaşlarınıza bakın; hepsi bir sınav hazırlığında. Ama hayatın zaten kendisi sınavlarla dolu ve sınav yapmaktan ibaret bir sistem, kişiyi hayat sınavına hazırlayamaz. Bunun yolu deneylerden uygulamalardan geçer.
Bir araştırılsın, gençlerde intihar vakaları neden bu kadar artıyor.

Mesleki eğitimin önemini işveren, sanayici, devlet, hükümet anlatıyor ama nedense MYO’lar en az tercih edilen okullar. Neden eğitimde katılım oranını artırma yöntemlerini tartışmıyoruz, neden zorunlu öğretimin 10, sonra da 12 yıla çıkarılmasını ve bunu nasıl fonlayacağımızı tartışmıyoruz. Neden kız öğrencilerin eğitime daha fazla katılımı ile (bilinçli) doğum oranında korelasyon ve ekonomik iyileşme olduğunu görmüyor, kız öğrencilerin istenildiği gibi eğitim hayatına kazandırılması için çözümler bulmaya çalışmıyoruz da varsa yoksa sınav tartışıyoruz.

Dünya yaşam boyu eğitim modellerini oluştururken biz hâlâ sınavlarla uğraşıyoruz. Hem de eğitimde eşitlik ilkesini bahane ederek...

Eşitlik olmadığını şöyle bir örnekle anlatayım: Bugün 94 devlet üniversitesi, 49 vakıf üniversitesi mevcut. Sırada 13 üniversite daha var. Her birinin adı üniversite ama bazılarına üniversite demek için bin şahit lazım. ABD’deyse “university”, “college”, “institute of technology”, “community college” tanımları var. Hepsinde üniversite öğrencisi okuyor ama yapılan tanımlama bunların birbirinden farkını gösteriyor. Güneydoğu’da rektörler saray gibi rektörlük binasında çalışıyor ama öğrencisi yok veya Anadolu’da tek bir profesörü olmayan üniversiteler var. Onlar da üniversite, ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ, İstanbul, Hacettepe de.

Üniversite olabilmek için çok ekmek yemek; yıllar ve tecrübe lazım. Vakıf üniversitelerine de durum aynı; Bilkent, Koç, Sabancı, Bilgi, Doğuş, Bahçeşehir, Atılım, Başkent, Maltepe, Beykent, Çankaya, Fatih, Kültür, Yeditepe gibi ilk kurulan üniversiteler belki kazandıkları deneyimle başlı başına üniversite olabilme durumuna geldi.

İşin özü şu: Merkezi sınav YGS, LGS her neyse üniversitelere öğrenci yerleştirmek için yapılıyor ama şu anda mevcut 150’ye yakın üniversitenin kaçı gerçekten üniversite niteliğini taşıyor? Her kurulan yüksek öğrenim kurumuna üniversite denmesi, deneyimli üniversitelere de zarar veriyor.

Şu günlerde Anayasa değişikliği tartışılıyor ama acilen tartışılması gereken, 2547 sayılı YÖK yasasının yerine yapılması gereken yasalar. Bugün devlet ve vakıf üniversiteleri aynı yasa ile yönetilmeye çalışılıyor. Vakıf üniversitelerinin aslında altı farklı manzara arzettiği aşikâr: Holding kökenli, dershane kökenli, ilk ve orta eğitim kökenli, ideolojik kökenli, sivil toplum kökenli ve sadece yüksek öğrenim kökenli olanlar.

Vakıf üniversiteleri için ayrı bir yasa şart, eğer sadece vakıf ve devlet üniversiteleri olacaksa, yukarıdaki farklılıkları da gözeten bir yasanın üniversiteleri daha işlevsel kılacağı kesin. Aslında devlet, vakıf ve özel üniversite yasalarını bu anayasa değişikliğini tartışırken ele almak ve artık her önüne gelene üniversite demeyip farklılaştırmaya giderek sınav ve yerleştirme derdinden kurtulmak lazım.

Rıfat Sarıcaoğlu
Gazetevatan.com

Hiç yorum yok:

ÖSYM ve diğer eğitim haberleri